18 Haziran 2016 Cumartesi

OSMANLIDA İSTİHBARAT AĞI 1.BÖLÜM

Yıldız İstihbarat Teşkilatı



Yıldız İstihbarat Teşkilatı Osmanlı Devletinin bilinen ilk organize teşkilat ağıdır.Aslında Osmanlı Devletinin demek tam olarak doğru olmaz;çünkü bu birim tahmin edildiği gibi devlete değil,doğrudan II.Abdulhamite bağlıdır.





Tarihçe



Osmanlı devleti bilindiği gibi darbeler devletidir.Tahta çıkan her padişah özellikle son dönemlerde psikolojik olarak bu baskıyı şüphesiz hissetmiştir.Böyle bir ortamda Öldürülen Abdulaziz ve deli oldu diye tahttan indirilen  sultan 5.Murattan sonra  tahta çıkan II.Abdulhamit bunu üzerine uzun bir çalışma yapmış ve bir istihbarat ağı kurmaya karar vermiştir ve 1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatının temelleri atılmıştır.





Jurnaller



Osmanların klasik devrinde dış istihbarat, savaşlarda akıncılar; diğer zamanlarda seyyah ve tüccarlar vastasıyla elde edilirdi. Meselâ açık ticaret şehri Dubrovnik, bir istihbarat merkeziydi. İç emniyet işlerini yürüten yeniçeri ocağı zâbitlerinden asesbaşı polis müdürüydü. Fâili mechul vak’aların suçlularını takip ve yakalama işlerine böcekbaşı bakardı. Emrinde kadın memurlar da bulunurdu. Maiyetindeki çuhadarlar iç istihbarat işine bakardı. Mahalle bekçisi mevkiindeki asesler de iç istihbarata yardımcı olurdu. Mahallelerde herkes komşusunun kefili ve anormal bir şey gördüğünde asese ihbar etmesi mecburi idi.
Sultan II. Mahmud zamanında (1834), istihbarat işleri, bugünki emniyet müdürlüğünün yerini tutan Zabtiye Müşirliği’ne verildi. Taşralara, olup bitenleri muntazaman merkeze napor etmekle vazifeli jurnal kâtipleri tayin olundu. Gizli polis teşkilatı da Fransız örneğine uygun olarak Reşid Paşa zamanında kurulmuş; başına da Civinis adlı bir Rum getirilmiştir. Sultan Hamid, siyasetini yürütebilmek için, saraydan başlayarak bütün memleketi çember gibi saran bir şebeke kurmaya ihtiyaç duydu. Bu teşkilatın saraya bağlanmasını padişaha Said Paşa’nın teklif ettiği ve nizamnamesini de bizzat kaleme aldığı malumdur. Said Paşa, Meşrutiyet’ten sonra da İttihatçıların sadrazamı sıfatıyla sahnededir.


Burada çalışacak olanları da ihsanları ile kendisine bağlamayı lüzumlu gördü. O, yaşadığı devri, insanların ahlâk ve istidadını, hâlet-i ruhiyesini, zayıf noktalarını iyi anlamıştı. Sinekler, bal ile avlandığı gibi; bunları da para, nişan ve rütbelerle kendisine bağlamayı düşündü. Böylece rivayete nazaran 30 bin kişilik bir teşkilat toplandı. Hafiyye, “gizli” manasına gelen ve ajanlar için kullanılan Arapça bir tabirdir. Bunlar arasında resmî memurlardan başka; Kaşgarlı derviş, Dağıstanlı molla, Hindli dilenci, Sudanlı seyyah, Libyalı şeyh, Kürt, Afganlı, Buharalı hacı, Tatar hoca, oyuncu, hokkabaz, sihirbaz gibi her cins ve milletten insan vardı. Vilâyet, hatta sefâret memurları bile buraya dâhildi. Hatta bazen yüksek memurlara saraydan hediye edilen câriye veya ağalar, aynı zamanda istihbarat işi de yapardı.
Hafiyeler, topladıkları bilgileri yazılı ve mühürlü olarak saraya takdim ederdi. Padişah bu jurnalleri bizzat okur; ciddiye alınmaya değer olanları, imza kısmını keserek, araştırılmak üzere mabeyne havale ederdi. Çoğunu da okumaz; ama saklardı. Tahttan indirildiğinde, hiç açılmamış nice jurnaller bulunduğu gibi; Jön Türklere, hatta İttihatçılara ait jurnaller ele geçmesi çoklarını şaşırtmış; bunların yakılarak imhası günlerce sürmüştür. Padişah, bürosunda yokken, banyoda bile olsa, âciliyeti bulunabilir endişesiyle gelen jurnaller arzolunurdu. Bu vasıta ile padişah memleketin en ücra köşesinde ne olup bittiğinden hemen haberdar oluyordu. Basit bir jurnalin tahkikini emrettiği Serhafiye Kadri Bey, bıyık altından gülünce, “Şimdi seni koğsam, gider Yeni Câmi’ne tezgâh kurar; dava vekilliği yaparsın. Ben bu işlere ehemmiyet vermezsem, gideceğim yer mezardır” demiştir. Mamafih yapılan araştırmalarda çoğu jurnalin boşa çıktığı görülürdü.
 


Zaman içinde bu jurnallerin ciddiyeti azaldı. Herkes birbirini jurnal etmeye başladı. Saçma havadislerin, hatta iftiraların bini bir paraya düştü. Padişah bunu bildiği halde, haber alma kaynağı kesilmesin diye göz yummak mecburiyetinde kaldı. Memurlar kendi aralarında sıkı fıkı olamaz; nâzırlar birbirine misafirliğe gidemezdi. Kimse, kimseden emin değildi. Kurunun yanında yaş da yanmaya başlamıştı. Kızıl fesleriyle hemen tanınan hafiyeler, herkesin ürktüğü ve nefret ettiği şahıslar hâline gelmişti. Bunlar için, “Ey kırmızı fesler, a köpek yüzlü asesler” mısraı dile düşmüştür.
İttihatçılar, bundan istifade etmesini bildiler ve padişah aleyhindeki propagandayı bunun üzerine kurdular. 33 senenin ağır yükünden yorgun padişahı, bu sıkı istihbarat ağı da kurtaramadı. Sultan Hamid’i gerçekten sevdiği halde, hafiyelerin tasallutuna uğrayanlar kendisinden yüz çevirdi. Saraydaki şifre kalemine kâtip olarak, İttihatçıların has adamlarının sızması ve bunun farkedilmemesi, dikkate değerdir. “Kader hükmünü icra edince, gözler görmez olur!”
Hafiye teşkilatı II. Meşrutiyet ile beraber lağvedilerek yerine hükûmete bağlı Teşkilât-ı Mahsusa kuruldu. Hafiyelerin kimi linç edildi; kimi sürüldü; kimi de yeni rejimde vazife aldı. Teşkilatçılar, Yıldız İstihbarat Dairesi’ne rahmet okuttular. Bu tür teşkilatlar, sadece istihbarat ile kalmaz; yurt içi ve dışında bazı operasyonlara da girişebilirler. Yıldız İstihbarat Dairesi’nin böyle bir faaliyeti kat’i olarak bilinmemekle beraber; Teşkilât-ı Mahsusa’nın bu sahadaki faaliyetleri pek meşhurdur. 

Kitap Önerisi




12 Haziran 2016 Pazar

YAKIN TARİHİN İZİNDE BALKANLAR 1.KISIM KOSOVA SAVAŞI

 

Balkanlar


Balkanlar veya Balkan YarımadasıAvrupa kıtasının güneydoğu kesiminde, İtalya Yarımadası'nın doğusu, Anadolu'nun batısı ve kuzeybatısında yer alan coğrafi ve kültürel bölgedir. Bölge için bazı yayınlardaGüneydoğu Avrupa terimi de kullanılır.
Bölge adını batıdan doğuya uzanan ve Bulgaristan’ı ikiye bölen dağ silsilesinden almıştır. Önceleri bu sıradağların adı olarak kullanılan Balkan, daha sonraları tüm bu bölge için kullanılmaya başlanmıştır. “Balkan” sözcüğüne bütün dillerde rastlanır. Balkanlar'ın bazı kısımlarındaki çok yönlü geri kalmışlık sebebiyle bölge genel olarak, Avrupa'nın sorunlu yerlerinin başında kabul edilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgedeki hükümdarlığının bitişinden itibaren Balkanlar’ın paylaşımına dair sıkıntılar günümüze dek sürmüştür. Bölgede, 49 milyon civarında insan yaşar.
Osmanlı İmparatorluğu’ndan önce, Antik ve Orta Çağ kaynaklarında, topografik durumu iyi bilinmeyen bölgedeki dağların bazı kısımlarına Haemus (YunancaΑἵμου veya Αἵμος) denirdi.

Köken Bilimi

Bölgenin adı olan Balkan veya Balkanlar sözü Türkçedir. Bu söz Türk Dil Kurumu tarafından "öz. a. Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Slovenya, Arnavutluk, Makedonya, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Trakya'yı içine alan bölge" şeklinde belirtilir. Kelimenin yapısında yer alan Balkan sözünün, "sarp ve ormanlık sıradağ; sık ormanla kaplı dağ; yığın, küme; sazlık, bataklık" gibi anlamları vardır. Dünyadaki diğer dillere de Türk dilinden geçmiştir.
Kelime, Osmanlı Türkçesinde yaygın bir kullanıma sahip olmuştur (Golyak Balkanı, Bor Balkanı, Bababalkanı vb.).Osmanlı son döneminde ünlü sözlük yazarı ve edebiyatçı Şemseddin Sami tarafından oluşturulan Kamus-ı Türkî adlı ünlü sözlükte "Sarp ve müselsel veya ormanla mestur dağ, silsile-i cibal" şeklinde Balkan sözünü belirtmiş, ayrıca "Rumeli kıtasını garbdan şarka şakk eden silsile-i cibal ki buna izafetle kıta-i mezkûreye Balkan şibh-i ceziresi denir." şeklinde de kelimenin gelişimini açıklamıştır.
Bölge adının yapısında bir kelime ve ona eklenen çokluk eki vardır: Balkan+lAr. Balkan (Ad) +lAr (Çokluk eki) yapılarından oluşur. Türkçe "-lAr" çokluk eki ile kurulan "Balkanlar" ismi, bu ekin "aile, boy, millet, topluluk, grup" anlamını veren işlevi[8] ile "sarp ve ormanlık sıradağların olduğu yer" anlamında kalıplaşmıştır.

Coğrafya



Balkanlar, güneybatıda Adriyatik Denizi ve İyon Denizi; güneyde Akdeniz; güneydoğuda Ege DeniziMarmara Denizi; doğuda Karadeniz ile çevrili bir yarımadadır. Kuzey sınırlarını TunaSava ve Kupanehirleri oluşturur. Kuzeybatıdan (Trieste Körfezi) güneye ve doğuya dek olan bölge sınırları denizlerle çevrilidir: Adriyatikİyon DeniziAkdenizEge DeniziÇanakkale BoğazıMarmaraİstanbul BoğazıKaradeniz. Karadeniz kıyılarında, Tuna'nın döküldüğü yerden Tuna boyunca kuzey sınır Belgrad'a ulaşır. Burada Sava boyunca devam edip Hırvatistan-Bosna-Hersek hudut hattından batıya ilerleyen kuzey sınırı Slovenya'ya girer. Čatež ob Savi köyünde Krka Nehri'nden devam eden kuzeybatı sınırı, nehrin ağzı Gradiček'in batısından Vipava Nehri üzerinden ilerleyip İtalya'ya geçer. Goriziayakınlarında Soča Nehri ile birleşen sınır, Trieste Körfezi kıyısındaki Monfalcone yakınlarında Adriyatik'e bağlanır. Balkanlar'ın toplam yüzölçümü 504.884 km²'dir. Ayrıca Balkan coğrafyasındaUTC+01:00 (Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk, Kosova, Sırbistan, Makedonya) ve UTC+02:00 (Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Türkiye) olmak üzere iki zaman dilimikullanılmaktadır.
Balkanlar'ın veya coğrafi adla Balkan Yarımadası'nın doğu, güney ve batı sınırları hakkında mevcut görüş birliğine rağmen, kuzey sınırları tartışmalıdır. Bazı coğrafyacılar kuzey sınırını Tuna ve Dravanehirleri olarak kabul eder, bazıları da sınır Karpat Dağları'nın doğusundan geçirir. Balkan Yarımadası'nın kıyıları, Akdeniz sistemine dâhil olan altı denize açılmaktadır. Bu durum, Balkanlar'ın, Akdeniz stratejisindeki çok boyutlu yerini vurguladığı gibi Balkan ülkelerinin çoğunun deniz ulaştırması ve denizcilik alanlarındaki gelişmelerine de ışık tutmaktadır.
Balkanlar'da muhitlerin coğrafi yapısına bağlı olarak iklimde değişiklikler görülür. Adriyatik ve Ege kıyılarında Akdeniz iklimi hâkimdir. Karadeniz kıyılarında iklim, nemli subtropikal ve ılıman okyanustipindedir. İç kesimlerde ise nemli kıtasal iklim görülür. Yarımadanın kuzeyi ile dağlık alanlarda kışlar soğuk ve karlı, yazlar sıcak ve kurudur. Güney kesimlerde kışları iklim hafiftir. Nemli kıtasal iklim, Slovenya geneli, Kuzey Hırvatistan, Bosna-Hersek, Arnavutluk içleri, Kuzey Karadağ, Kosova, MakedonyaBulgaristanSırbistan ve Romanya'da görülür. Geri kalan ve yaygın olmayan iklim tipleri olan nemli subtropikal iklim ve okyanus iklimi, Bulgaristan'ın Karadeniz kıyılarında ve Türkiye'de görülür. Akdeniz iklimi, Slovenya kıyılarında, Güney Hırvatistan, Arnavutluk kıyı kesiminde, Yunanistan'da,Güney Karadağ'da ve Türkiye'nin Ege kıyılarında görülür.





Savaşın Tarafları


Ek Bilgi :Kosova Kurtuluş Ordusu

Kosova Kurtuluş Ordusu (KKO veya KLA veya UÇK; ArnavutçaUshtria Çlirimtare e Kosovës) 1990'ların sonunda Kosova'nın Sırbistan'dan ayrılması için savaşan etnik Arnavut ayrılıkçı gerilla hareketidir. 1993'te kurulan örgüt, 1997'den sonra Sırplara karşı savaşmaya başlamıştır. UÇK Yugoslavya  tarafından terör örgütü kabul edilmiştir. Dönemin başbakanı Miloseviç idi.
1998-1999 Kosova Savaşı'ndan sonra Kosova Cumhuriyeti hükümetine girerek ordu kadrolarına alınmıştır.
Aralarında Fatmir Limay'ın da bulunduğu 7 UÇK komutanı, Sırplara karşı savaş suçu işlemekten yargılanmaktadır.
Günümüzde Başbakan Haşim TaçiRamuş HaradinayAgim ÇekuAlbin Kurti de dahil Kosova'nın önde gelen siyasilerinden hemen hepsi UÇK mensubudur.
UÇK mensupları, Makedonya'yı iç savaşa götüren Makedon-Arnavut çatışmasının da sebebi olarak görülmektedir. Buradaki UÇK mebsupları, Lahey'deki Savaş Suçları Makemesi'nde yargılanmıştır.
21 Nisan 2015 sabah üzerinde UÇK amblemleri taşıyan yaklaşık 40 kişilik silahlı bir grup Kuzey Makedonya’da Kosova sınırındaki bir sınır karakolunu basmıştır.
Bir ilginç detay ise aslında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Hamdi Yiğit Okur ya da Kosova'daki ismiyle Hamdi Yiğit Maloku, Kosova Kurtuluş Ordusu'nun en küçük askeridir.

Kosova Savaşı


1998-1999 Kosova SavaşıYugoslavya Federal Cumhuriyeti ordusunun, bağımsızlık isteyen Kosova Kurtuluş Ordusu’na ve bu örgüt yanında yer alan milis güçlerine karşı yürüttüğü operasyon ve buna karşıNATO'nun başlattığı müdahaledir.
NATO'nun Yugoslavya'ya karşı hava saldırılarına başlamasıyla, Yugoslavya kimliği altında Sırp ordusu ve milis güçleri tarafından Kosovalı Müslüman sivillere karşı etnik temizlik girişimi başlatılmıştır.
1998-1999 Kosova Savaşı'nın aşamaları aşağıdaki başlıklarda toplanabilir.
  • Tarihsel Geri Plan

    Sırplar ve Arnavutlar, 20. yüzyıl boyunca bölgenin kontrolü için yarışmışlardır. Sırplar toplam nüfusun % 10'una sahip olmalarına rağmen, tarihsel ve duygusal olarak bölgenin önemi onlar için çok büyüktür. Kosova’da yaşayan bir diğer millet olan Türkler, Sırp-Arnavut çekişmesinde çeşitli sosyal ve kültürel sebeplerden dolayı genellikle Arnavut tarafında yer almışlardır. Sırpların ta 1389 senesine I. Kosova Muharebesi’ne dayanan ve Türklere karşı olan ters duruşları, Kosova meselesinde merkezde olmuştur. 1990’larda artan Sırp milliyetçiliğinin beslendiği ve hatta temellendiği bu husus, son Kosova Savaşı öncesinde Kosova’daki Türkleri ve Arnavutları (Müslüman olmaları sebebiyle Goralılar, Boşnakları da) karşı cephede tutmuştur.
    28 Haziran 1389’da cereyan eden Birinci Kosova Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun karşısında yenik düşen Hristiyan ittifakının liderliğini, Osmanlı güçleri tarafından öldürülen Sırp Prens Lazar Hrebelyanoviç yapmıştı. Birinci Kosova Savaşı’nı kazanmış gibi davranan Sırplar, 28 Haziran tarihini en kutsal günleri arasında saymakta ve “Vidovdan” adı altında kutlamaktadırlar. Her şeyden önce Prens Lazar Sırp Ortodoks Kilisesi tarafından tanrısallaştırılmıştır. Mevcut mitolojiye göre, Birinci Kosova Savaşı’nın arifesinde bir melek Lazar’a seslenerek, “fani çarlık” ile “ilahi çarlık” arasında bir seçim yapmasını istemiştir. Sırplara göre Lazar ilahi çarlığı seçmiştir. Dahası, Lazar ile İsa arasında benzerliklerin kurulduğu da görülmektedir.Genel olarak Kosova Savaşı ve bu savaşta yer alan karakterler hakkındaki Sırp yorumları, Hıristiyan mitolojisindeki olaylar ve karakterlerle karışmıştır. karşı yürütülen Kosova Savaşı hakkında yazılan destansı halk şiirleri, en iyi bilinen ve en güzel kabul edilen şiirlerdir. Bütün bunlar ise, Sırpların Kosova’ya “Sırbistan’ın Kudüs’ü”, “Sırp dinî değerlerinin ve Sırp medeniyetinin beşiği” gözüyle bakmasına yol açmıştır.

    1974 Yugoslavya Anayasası, Kosova'yı özerk bir Sırp bölgesi olarak kabul etmiştir. Bağımsızlık baskısı 1980'den sonra Yugoslavya başkanı Josip Broz Tito'nun ölümünden sonra artmıştır. Bu 10 yılın ikinci yarısında,Slobodan Miloseviç Sırp Komünist Partisi'nde ikinci adam olduğunda, Yugoslavya Federasyonunda Kosova'yı nefret politikasının bir parçası olarak kullanmıştır.
    Miloşeviç, politik oportunizm ile beslenerek Sırp milliyetçiliğinin lideri olmuştur. 1987 yılında Kosova'ya gönderildiğinde, bu fırsatı iyi değerlendirdi. Televizyondan bir gecede ününü yapacağı, doğaçlama sözünü söyledi:Hiç kimse tekrar sizi yenmeye cesaret edemeyecek. İki yıl sonra, Yugoslavya başkanı olduğunda, Kosova'nın özerkliğini iyice ortadan kaldırdı. Sırp milliyetçiliği artık yürüyüşe geçmişti.

    Ek Bilgi :I. Kosova Muharebesi

    I. Kosova Savaşı veya Birinci Kosova Meydan Muharebesi, Sultan I. Murad önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Sırp kumandanı Lazar Hrebelyanoviç önderliğindeki çok uluslu Balkan ordusu arasında 28 Haziran 1389 tarihinde yapılan muharebe.

    Kitlesel Protestolar

    1991 yılında yerel etnik Arnavut liderler tek taraflı bağımsızlık ilan etmelerine rağmen, 1990'lı yıllarda bağımsızlığı güvence altına almayı ve otonomiyi geri getirmeyi amaçlayan pasif direniş harekâtı başarısız oldu.
    1990'lı yılların ortasında, etnik Arnavut isyan harekâtı, Kosova Kurtuluş Ordusu (KKO), Sırp hedeflerine saldırmaya başladı.

    1998 yılının yazında, Arnavutlar Sırp yönetimine karşı kitle protestolarına başladılar. Polis ve ordu kuvvetleri KKO'yu ezmek için gönderildi.

    NATO'nun Yugoslavya'ya Saldırısı

    Kosovalı Müslümanlara (Arnavut, Türk vb.) yapılan baskının devam etmesi üzerine, NATO, Kosova ve Sırbistan'da bulunan hedeflere Mart 1999 tarihinde hava operasyonlarına başladı.
    Aynı zamanda, Kosovalılara karşı, Sırp güçleri tarafından etnik temizliğe başlandı. Yüz binlerce mülteci ArnavutlukMakedonyaTürkiye ve Karadağ'a kaçmaya başladı.Uluslararası Lahey Adalet Divanı araştırmalarında en az 20.000 cesede ulaştığını açıkladı.
    11 haftalık NATO bombardımanından sonra, Miloşeviç birliklerini ve polislerini geri çekmeye zorlandı. 750.000 Kosovalı mülteci evlerine geri döndü. Bu bölgedeki Sırp nüfusun yarısına tekabül eden 100.000 Sırp evlerini terk etti. Birleşmiş Milletler, Kosova'nın bağımsızlık ya da Sırp egemenliğinden birine dönene kadar bölgeyi kontrolü altına aldı.
    Mayıs 1999 tarihinde, bombalama hâlâ devam ediyordu. Miloşeviç, insanlığa karşı suç işlediği için Uluslararası Lahey Adalet Divanı'na verilen görev başındaki ilk devlet başkanı oldu.
    İddianame'ye göre, Miloşeviç ve bazı işbirlikçileri, doğrudan 750.000 Kosovalının mülteci durumuna getirilmesi ve etnik Arnavut oldukları için 6000 kişinin öldürülmesinden sorumlu tutuldu. İddianame, insanlığa karşı altı belirli suçtan oluşuyordu. İddianamede, SkenderayYakova ve Büyük Kruşa şehir ve kasabalarında erkeklerin kadınlardan ayrılarak makineli tüfeklerle katledilmelerinin detayları ile anlatılıyordu

    Yeni Mahkeme


    Sırpların, katliam seviyesinde insan hakları ihlalleri yaptığı, fakat aynı zamanda devam eden savaşta intikam saldırılarına uğradıkları ortaya çıktı.
    1999 yılının ikinci yarısında, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü araştırmacıları, 3.000 tanık ve yaşayan ile mülakat yaparak, korkunç cinayet, yaralama ve ırza geçme olaylarını açığa çıkardı.
    2002 yılının başlarında, soykırım ve insanlığa karşı suçlardan Miloşeviç Lahey'de yargılanmaya başlandı. Mart 2006 tarihinde ölümüne kadar bu yargılama sürdü.

    Film Önerisi

  • Sanatsal bir kısa film;Savaşı çocukların gözünden görmeye ne dersiniz!
  • Filmin adı:SHOK

7 Haziran 2016 Salı

TÜRK BAYRAK ETİMOLOJİSİ

    Bu hassas konuya TTK(TÜRK TARİH KURUMU)nın şu yazısıyla başlamak istiyorum;

Medeniyetin her kısmında olduğu gibi askerî teşkilâtta da harikalar gösteren Türkler; askerî kıt'alarda muhtelif şekil ve kıt'ada amplemler kullanıyorlar; fakat bu muhtelif amplemler arasında en ziyade rağbet gören gök natureziminin bariz sembolleri olan güneş, ay ve yıldız şekilleri idi. Orta Asyada hüküm süren Hunların, Tok-yoların güneş ile aya nekadar ehemmiyet verdiklerini METE'nin Çin imparatoruna yazdığı mektupta görmüştük; Orta Asyadan garbe göç eden Sumerlerin ve Etilerin de gök natureziminin başlıca mabutlarının timsalleri olan güneş, ay ve yıldız şekillerini resim veya hakkettikleri bir çok eserleı gözden geçirilmiş; hattâ garbe doğru yayılan Türk medeniyetinin tesiri altında kalan memleketlerde de bu timsallere büyük   ehemmiyet verildiği görülmüştü.

Nihayet büyük konstantin ve halefleri zamanında Orta Asyadan garbe doğru yeni göçler başladığı zaman Roma ordusunda sancak ve bayrak yerine kullanılan mücessem şekillerin yavaş yavaş kalkarak bunların yerine kumaşlar üzerine yapılmış resimlerinin; yani bugünkü sancak ve bayrakların meydana çıktığını görüyoruz. Bu devirdeki Roma askerî teşkilâtını incelediğimiz zaman Hunlar ve Cermenlerin tesiri altında büyük değişikliklerin meydana geldiği görülür. Bu devrede Romalıların kullandıkları Horte, Kohorte ve Aley gibi tabirlerin Hunlardaki ordu, kolordu, alay tabirlerinden başka bir şey olmadığı aşikârdır. Romalıların bu tabirleri aldıkları esnada Türk ordusunda kullanılan kumaş üzerine yapılmış sancak ve bayrakları görerek onları taklit etmiş olmaları ihtimali vardır.

İslâmiyetin tesiri altında kalan Türkler sancak ve bayraklar üzerine hernekadar Kur'andan alınmış fetih sureleri, kelimei tevhit ve saireyi yazmış ve işlemişler ise de dinî, siyasî bir alet makamında kullanan hükümdarların etraflarında toplanan yüksek sınıfın millî varlıklarından fedakârlık yapmalarına rağmen halk tabakası hem dillerini, hem de an'anelerini muhafazaya devam etmişlerdi. İşte Türk milletinin an'anelerine sadık kalması yüzündendir ki güneş, ay ve yıldız sembollerini paralar üzerinde kitabelerde sancak ve bayraklar üzerinde görüyoruz; Selçuklar zamanında olduğu gibi bu büyük devletin dağılması üzerine Suriyede, Mısırda ve Anadoluda vesairede meydana gelen devletler zamanında da bu timsaller kullanılmakta devam etti. Hususile ayın sembolü olan hilâl şekli haçlı muharebeleri esnasında   müslümanlığın    bir   remzi    makamında    telâkki    edilmeğe başlandı.

İlhanlıların tazyiki karşısında parçalanıp dağılan Anadolu Selçuk devletinin yerine geçen Anadolu beylikleri ve hususile Anadolu Türklerini bir araya toplamağa muvaffak olan Osmanlı devleti de hem dinî, hem millî an'anelerin tesiri altında kalarak surei fetih ve kelimei şehadet işlemeli sancak ve bayraklarla birlikte hilalli sancaklar da kullandılar. Gemilerin direklerine ve kalelerin yüksek yerlerine müteaddit hilâli havi sancaklar çekiliyordu. Yabancı milletlerin gözlerine çarpan bu hilâl alâmeti Osmanlıların remzi; millî alâmetleri olarak tanıldı.

Osmanlı hükümdarlarının standart makamında kullandıkları sancaklarında dinî yazılara büyük bir ehemmiyet verilmekle beraber bu sancaklar üzerinde de bir çok güneş, hilâl ve yıldızların resmedilmiş olduğu; bugün Topkapı sarayında muhafaza edilmekte olan sancaklar üzerinde görülmektedir.
Selim III, zamanında; Avrupadaki komşu devletlerin askerî teşkilâtını gözönüne alarak ordu ve donanmanın ıslah ve tensikile uğraşıldığı esnada sancak ve bayraklarımızın da renk ve şekillerini tesbite çalışıldı. Harp gemilerinin kırmızı zemin üzerinde beyaz bir hilâl ile sekiz köşeli yıldızı havi sancak taşımaları kabul edildi. Müstahkem mevkilerde bu sancağı çekeceklerdi; fakat ticaret gemilerinin sancakları başka şekillerde idi. Nizamı cedidin ilgası ve Selim III. ün istifa etmesine rağmen millî an'anelere uygun olan bu sancak halk tarafından benimsendi ve gerek Mustafa III. ve gerekse Mahmut II. zamanlarında da kullanılmakta devam etti. Fakat Selim III. ve gerekse Mustafa ve Mahmut II. nin bugün mevcut olan standartlarına bakacak olursak onların da eski hükümdarlar gibi dinî yazılar ve zülfikarlarla işIenmiş; güneş, ay, ve yıldızlarla süslenmiş olduğunu görürüz. Abdülmecidin son zamanlarına doğru yıldızın şuaları beşe indirildiği gibi; Abdülaziz ye Abdülhamit II. devirlerinde de hilâle hendesi bir şekil verildi; Fakat bütün bu değişikliklerin yapılmasına rağmen hükümdarın ve hükümdar ailesinin sancaklarında güneş sembolü eski mevkiini muhafazada devam etti.
Tarihin en eski zamanlarından beri Türk bayrak ve sancaklarında bu kadar önemli bir mevki olan güneş, ay ve yıldızın menşeini ararken; Milâttan dört asır önce Bizans paralarında ay ve yıldızın kullanılmasını bir delil gibi göstererek İstanbulun 1453 te zaptından sonra hilâlin Osmanlılara geçtiğini iddia etmek hiçbir zaman doğru olamaz. Eğer hilâl Osmanlılardan evvelki Türk devletlerinde mevcut olmasa idi; ancak o zaman bunun Bizanstan alındığını iddia kabil olurdu.

Hilâlin menşeini öküz ve sair hayvan boynuzlarında aramak ta doğru olamaz. Şark ve Garp memleketleri ahalisinden bazıları birer tılısım makamında hayvan boynuzları kullanabilirler. Fakat Türk bayrağının üzerindeki hilâl ile boynuz arasında hiçbir münasebet yoktur/î Eğer böyle bir münasebet olsaydı ne güneş ve ne de yıldızın kullanılması lâzım gelecekti. Halbuki bugün dahi Türk sancağı üzerinde güneş, ay ve yıldız motifleri kullanılmaktadır. Türkiye Cumhur Reisinin forsu üzerinde; Millî sancağın üzerinde olduğu gibi ay ve yıldız; üst tarafındaki köşede de yüzlerce asırlardan beri Türk hükümet reislerinin sembolü olan güneşin altın ışıklarını serpmekte olduğu görülür. Türkler güneş ay ve yıldızı şu veya bu milletten değil; doğrudan doğruya tabiî menşei olan gökten almışlardır.







BURAYA KADAR SIKICI BİR HİKAYEYİ DİNLEDİK TARİH KURUMUNA YAKIŞMAYACAK SEVİYEDE BİR DİL,OLABİLİR GİBİ YARIM KELİMELER VE BİLİMSELLİKTEN UZAK BİR YAZI.GELELİM İŞİN ASLINA :

İlk kullanımlar

Hilal ve yıldız figürü Sümer ikonografisinin de en çok kullanılan öğelerinden biridir. Buradaki kullanımlarında ise "Hilal", "Ay Tanrısı"'nı (Sin) temsil etmektedir. Yıldız ise İştar veya Antik Roma mitolojisinde de bulunan Venüs'ü sembolize etmektedir. Aynı zamanda bu iki sembolle beraber Güneş diski olan Şamaş da kullanılmaktadır. Birçok akademik çalışmada Sümer toplumu içerisinde "Hilal ve Yıldız" üçlü sembolün bir parçası olarak tanımlanır. Bu da Sin'in Ay'ı, İştar'ın Yıldızı ve Şamaş'ın Güneş'idir[2][3].
Sümer kralı Ur Nammu ya ait kabartma:
Hilal ve yıldız sembolünün birlikte kullanımına ilk olarak antik İsrail Krallığı'nda rastlanılır. Burada MÖ 14. veya 13. yüzyılın sonlarında hüküm süren Moab veya Moabites tarafından kullanılmıştı.[4] Moabites ismine mühürlerde sıkça ratlanılmıştır[5].
Daha sonraları Partlar tarafından da kullanılan bu sembolün antik Mezopotamya medeniyetlerinde de sıkça kullanıldığı görülmektedir. Part kralları I. Mithridates (MÖ 147), II. Orodes (MÖ 58-38) ve IV. Phraates (MÖ 38-2) tarafından basılan paralarda bu semboller kullanılmıştır[6].
Ayrıca "Hilal ve Yıldız" sembolleri Partlar tarafından kullanılmadan tam 2 millenium önce Mezopotamya devletleri ve Elam devleti tarafındanda kullanılmıştı[6]Babil mitolojisinde Sin (zamanın babası ve Ay tanrısı), Şamaş (Güneş tanrısı ve yüce hakimi, yeryüzü ve cennetin yargıcı) ve İştar (yıldız tanrısı)'nı Babil kralının güçlerinin kaynakları olarak betimlemiştir.[7].

İran, Mitra ve Mithridates

Hilal ve yıldız aynı zamanda Pontus Kralı VI. Mithridates'in bayrağının da sembolleridir. Bu kraliyet amblemindeki "Ay" ZeusAhura mazda ve ay tanrıçasının soyundan geldiğine inanılan "Pharmacou" isimli Pers bir şahsı sembolize etmekteydi.[8] Aynı zamanda "Hilal ve Yıldız" tanrı Mitra'nın da sembolüydü. Bosphor Krallığında MÖ 5. yüzyıl ile MS 1. yüzyıl arasında da hem VI. Mithridates'in soyundan gelen krallardan hem de Mitra tarısı kültüne olan inançtan dolayı bayrak ve krallık sembollerinde kullanılmıştır.[9][10]
Kraliçe PurandokhtSasani kralı II. Hüsrev'in kızı, Hanedanın son kadın temsilcisi ve son yöneticisi, 630
Bir Türk araştırmacının yaptığı bir çalışmada;
Pontus Krallığının kraliyet sembolu olan Hilal ve yıldıza döneme ait sikkelerin üzerinde bulunması tartışma konusu olmuştur. Pek çok bilim adamı Pontus devletini Kraliyet amblemin "Hilal ve Yıldız" olarak tespit etmişler. Kraliyet ailesi ait birçok mekân ve cisim üzeinde bu sembolün kullanılması Pontus devletinin ablemi olduğunu kesinleştirmiştir. Ancak bilim adamı Kleiner bunun İran kökenli bir tanrısal sembol olduğunu ve bu sebepten kullanıldığını düşünmektedir. Aynı zamanda Ay ve yıldızı Tanrı ve insan arasında ki ilişkiyi sembolize etmesi amacıyla kullanıldığını da düşünmektedir. Diğer taraftan, Ritter ise bu sembolün Perseus tan alındığını düşünmektedir. Makedonların bayraklarında kullandıkları yıldız gibi. Bu sembolle ilişkilendirilen iki tanrı olan Ahura Mazda ve Mitra'dır. Olshausen ise; yıldız ve hilal Pontus ve İran ikonografi bir syncretism ilgili oladuğuna inanmaktadır; İnsanlar için hilal ve Ahura Mazda için yıldız sembol olarak kullanılmıştır. Son dönemlerde, Summerer, İnsanı sembolize eden yıldızı yalnız Pontus krallığının kraliyet sikkelerinde sembol için ilham kaynağı olduğunu ileri sürdü.[11]
Hilal ve yıldız motifi genellikle bütün Sasani paralarınnda bulunmaktaydı[12]. Bu durum da birçok araştırmacıyı Müslüman toplumların bu sembolü Sasanilerden devraldığını düşünmeye sevk etmiştir. Sasani kralllarının taca sahip olma sıraları ve sayılarını tanımlayan Habibollah Ayatollahi İslamiyetin ilk yüzyılından sonra bu sembolüm ele geçirilen İran toplumu halkı tarafından müslüman dünyasına kullanılan bir sembol haline getirildiğini tespit etmiştir[13].


Helenistik Çağ ve Roma İmparatorluğu

Geç Helenistik ve ilk Roma çağlarında hilal ve yıldız sembolü genellkle Byzantium sikklerinde görülen bir semboldü. Örneğin 1. yüzyıl Byzantium paraları üzerinde Artemis başı yay ve okluğu Hilal ve yıldız motifleriyle beraber bulunmaktaydı. Ay ve yıldız sembollerinin dönemin inançlarında ki etksi II. Filip'in Byzantium'u yaptığı işgaller sırasında Ayın bulutlar arasında işgali yarıda bırakmaları ve İşgalden vaz geçmeleridir[14]. Bunun üzerine Byzantium'lular Artemis (veya Hecatelampadephoros (ışık getiren) heykeli inşaa edebilmek için izin almışlardır. Bu hikâye I. Justinian döneminde yaşamış olan Miletli Hesychius'in çalışmalarından öğrenilmektedir. Bu hikâyeler sözlük yazarı Suidas ve Photius tarafından korunmuş, hikâyede Stephanos Byzantinos ve Eustathius tarafından yeniden anlatılmıştır.
Roma İmparatoru Hadriantarafından bastırılan paralar
Hecate'ye olan bağlılık Byzantium'lular tarafından önem veriler. ver kendilerinin koruduklarını düşünürlerdi bundan dolayı eski Byzantium surlarında "Hilal ve Yıldız" sembooleri bulunurdu. II. Filip istilasındanda bu şekilde korunduklarını düşünmekteydiler.[15]
Hilal ve yıldız sembollerinin nasıl bir tanrıça sembolu oldugu belli değildir (Sadece bazılarının bellidir[16]). Bizanslılar 4. yüzyıl olaylarından sonra şehrin amblemi olarak "Hilal ve Yıldız"'ı kabul etmelerine rağmen şehirin paralarında bu amblemin yer alması 1 yüzyıl sonra meydana gelmiştir. MÖ döneme ait Byzantium ve Kalkedon sikkelerinde Mitridates'in korumasında olduklarından Mitridates'in resmi ve Hilal-yıldız resmedilmektedir.[17]
Geç Roma İmparatorluğu döneminde çeşitli yerel paralarda kullanılan semboller arasında en çok "Hilal ve Yıldız" sembolleri kullanılmaktaydı. Fakat imparatorluğun her yerinde daha çok Roma sikkeleri kullanılmaktaydı.[18]Hilal ve yıldız sembolünün kullanımı sürpriz bir durum değildi. Hilal ve yıldızın genel diğer anlamı ise birleştirici olmasıydı. Panteondaki tanrılarla gök cisimlerini birleştiren bir özellik taşımaktaydı. Bunu da dışarıdaki vasallar ver yabanci devletlere karşı propaganda aracı olarak kullanılmaktaydı.
Paralar yalan söylemez.
Üstte, solda ikinci sıradaki paranın üzerinde görülen “tapınak”, M.Ö. 42 yılında Senato tarafından resmen tanrı ilan edilen Julies Caesar’ın anısına, İtalya, Roma’da inşa edilmiştir. Bugün hala kalıntılarını görmek mümkün. 8 köşeli yıldız, aynı zamanda, ‘Kurtarıcı Sezarın Ruhu’nu temsil eden bir sembol haline dönüşmüştür ve tapınağın giriş kısmına asılmıştır. Yine aynı sembol, Constantine zamanında, Roma Askeri Kampının kapısına asılmıştır. Doğu Roma döneminden kalma alttaki paralar üzerinde, tıpkı Mezopotamya eserlerinde olduğu gibi, “hilal”le birlikte, 8 köşeli yıldızı ve Pleiades’in 7 yıldızını görürüz.
Roma numismatiğine göz attığımızda, üzerine 8 köşeli yıldız sembolu basılmış sayısız para örneğiyle karşılaşırız. Arkeolojik kazılarla elde edilen bu paralar Türklüğün kadim tarihini araştıranlara da malzeme olmuş fakat sembolleri, tarihsel ve kültürel bağlamlarından kopararak yorumlamalarından ötürü, ortaya, gerçeklikten kopuk bazı görüşler atılmıştır. Yıldız bilimiyle paralel bir pagan kültürünün ürünü olan bu sembollerin (8 köşeli yıldız, hilal ve 7 yıldız) Türklükle ve İslamla doğrudan bir bağlantısı bulunmamaktadır.
Three Kings 3t
Almanya, Bavarian State Kütüphanesi’nde yer alan, 1400’lere ait “Wernigeroder Wappenbuch” isimli kitabın bu nüshasında, Bebek İsa’yı bulmak için Bethlehem’e doğru yola çıkan Gaspar, Merchior ve Balthasar isimli 3 kralın yönettiği ülkelerin o döneme ait bayraklarının yahut armalarının çizimleri bulunur. Buna göre, Caspar’ın yönettiği Persian, Merchior’un ülkesi Yemen ve Balthasar’ın ülkesi Tarsus, 7 yıldızlı Pleiades’i ve “8 köşeli yıldızı” tanımaktadır. Kitaptaki bu çizimler, Arap ve Perslerin, bu sembollere olan yakınlığının çok eskilere dayandığını göstermesi açısından, dikkat çekicidir.


 ayrıca bazı mitlerde bu simgelerin çok daha eskıye dayandığı anlatılıyor;
"En son aşamaya gece merdivenlerden tırmanırken ulaşılan uzun kuşatma sonunda yaşlı kral'ın ordusu, cennetten gelen ani bir ışığın yardımıyla farkedilerek şehrin duvarlarından geri püskürtülmüştü ve bu da bizanslılar tarafından özel kutsal bir yardım olarak algılanmıştı (i.ö. 339). bunun anısına ülke rozeti olarak parıldayan bir hilal ve bir yıldızı seçmişlerdi ki şehrin günümüzdeki sahipleri olan osmanlı sultanları tarafından da halen amblem olarak kullanılmaktadır." (oman, charles, 1902, the byzantine empire, g. p. putnam's sons, london, s:10)
Bizans tarafından istanbul için kullanılan flamaya gelecek olursak;


Orta Asya


Bugün kullanılan ay yıldıza benzeyen ve gökte gün ile ayın kavuşumunu temsil eden bir motif, MÖ 1. binyılda, proto-Türk olarak bilinen Chouların (MÖ 1028-281) baş bayrağında görülüyordu. Gündüz ve gece, aralıksız devam eden parlaklığın simgesi olan astral motifler, o devirden beri daima proto-Türk, Türk ve akraba milletlerin simgeleri arasında yer almış ve astral tanrıların alameti olmalarının dışında, devlet başkanlarının ve önemli şahısların da alameti olmuşlardır.[19]
KırgızistanÖzbekistan ve Tacikistan'da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ve 576-600 yıllarına ait olduğu saptanan Göktürk paraları içinde üzerinde ayyıldız motifi bulunan para olması, ayyıldız simgesinin İslam öncesinde de Türk toplulukları tarafından kullanıldığı görüşünü ispatlamıştır.[20] Türklerde kültürel olarak etkileşimde bulundukları Sogdlar gibi bu sembolü kullanmaya başladılar. Hilal ve yıldız Türkler arasında sık kullanılan bir sembol haline geldi.[21]


Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları

Solda MoğollarMemlükler (sağda) Hums savaşında ki Moğol zaferi. Hilal ve yıldız Memlük bayrağında kullanılmaktadır.
Hilal ve yıldızlı bayrağı tutan OsmanlıSipahi savaşda, Józef Brandt
Genel teori Osmanlıların ay ve yıldızı Konstantinopolis'i feth ettikten sonra kullanmaya başladıkları yönündedir. Ancak bunun kesinliğinden söz etmek güçtür. Bizans İmparatorluğu'nun ve Konstantinopolis'in yükselişinden sonra "Hilal ve yıldız" sembolü sık olmamakla beraber kullanılmıştır.
Konstantinopolis'in Osmanlılar tarafından ele geçirilmesinden önceki dönem paralarıyla ilgili bir araştırmaya göre bin yıl boyunca bölgede hüküm süren hristiyan liderlerin kullandığı haç, çift başlı kartal ve ay-yıldız amblemleri Doğu İmparatorlarını temsil etmekteydi. Bunlar içinde hem imparatorluğu temsil eden hem de Hristiyanlığa vurgu yapmayan amblemlerden Hilal ve yıldız uygun bulunmuş ve Osmanlılar tarafından da kullanılmıştır.[22]
Bununla birlikte sikkeler tek delil ve kaynaklar değildir. Hilal ve yıldız sembolü Osmanlılar tarafından feth edilmeden önce Mora'da, İslam'la ya da Osmanlılarla hiçbir alakası olmadığı halde kullanılmıştır. Mora'da ki en 1300 yıllarında inşa edilmiş eski kiliselerden birinde Aziz Yuhanna Chrysostom'un elinde, üzerinde Hilal ve yıldız olan bir kalkan tutarken tasvir edilmiştir[23].
1453 yılında Konstantinopolis şehri yükselmekte olan Osmanlı İmparatorluğu'na dahil olmuştu. Şehrin Eski sembollerinden olan "Haç" ve "Çift Başlı Kartal" sembollerinin şehir düştüğünden bir değeri kalmamıştı. III. İvan çift başlı kartal sembolünü Bizans İmparatorluğu'nun mirasçısı olduğu gerekçesiyle Rusya Devleti'nin sembolü olarak kullanmaya başlamıştır[24]. Bilindiği üzere pagan uyulamaları ve sembolleri Bizans İmparatorluğunda, I. Theodosius iktidarından sonra yasadışı kabul edilmiş ve giderek insanlar bu ugulamalardan uzaklaşmıştı[25]Julianus pagan uygulamaları yeniden sosyal hayata dahil etmeye calışsada başarısız oldu.[26] Ancak bazı pagan sembolleri resmi alanda da kullanılmaya devam etti.[27]
Osmanlı İmparatorluğuKonstantinopolis'in fethinden sonra birçok Bizans sembolünü kullanmıştır. Özellikle 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında bu sembolleri birçok alanda uygulamaya koymuştur. Bu konuda 1908 yılında William Ridgeway tarafından bir araştırma yapılmıştır. Bu araştırmada Araplar ve diğer müslüman toplumlar tarafından benimsenen bu sembolü Muhammed'in nişanı konumu taşındığını ve Osmanlı Devleti'nce kullanıldığını iddia etmektedir. Muhammed'in ölümünden 12 yıl sonra ele geçen topraklarda, özellikle Mezopotamya ve İran topraklarında kullanılan bir sembol olduğundan kısa sürede kabul görmüştü.
Gerçek şu ki hilal ve yıldız Osmanlılar tarafından kullanılmadan önce İslamla ilişkilendirilmemişti. Bunu kanıtı ise Haçlılar döneminde de rozetler ve bazı Bizans imparatorlarının sikkeleri üzerinde bulunmasıdır.[28]
Türk araştırmacılar bu sembolün Bizans İmparatorluğundan devralındığı konusunda şüpheci olmuşlardır. Bun konudaki yazılardan biride Mehmet Fuat Köprülü tarafından hazırlanmıştır;
Bu açık, ancak, kökeni ne olursa olsun, bu semboller Asya'nın çeşitli yerlerinde ki Türk devletlerinde kullanılmıştır. Bundan dolayı hiçbir sebeple Bu sembolün Bizans'tan Osmanlıya devredildiğini söyleyemeyiz.[29].
Osmanlı Hilafet bayrağı (1793-1844)
Dengeleyici bir görüş de Franz Babinger tarafından ortaya konulmuştur;
Mümkün olsa da kesin olmamakla birlikte II. Mehmed fetihle birlikte şehrin sembolü olarak "Hilal ve Yıldız"'ı devralmıştır. Orhan Gazi döneminde kullanılan kan kırmızısı bayrak üzerine sadece ay (hilal) figürü bu sembolün daha önce de Osmanlılar tarafından kullanıldığını göstermekteydi. Fakat Bizans ve Sasani sikkelerinde ve sembollerinde kullanılan yıldızın eksikliği konusu düşünülürse. II. Mehmed'in bayrağı bir yenilik olarak düşünülebilir. Asya'daki göçebe Türk boyları ise genellikle yarım ay sembolünü kullanmış, hilal ve yıldıza birlikte sadece son dönemlerde rastlanmıştır. Şehrin fethedilmesi eski Türk ve Bizans sembollerinin birleştirilmesi için güzel bir sebep olmuştur.[30]

Sonuç olarak Hristiyan göçmenler, müslüman toplum, Rum nüfusu ve Türk toplumuna uygun bir sembol bulunmuş ve Bizans İmparatorluk mirasına da sahip çıkılmıştır[31].



Hilal ve Yıldız Tasvir Edilen Bayraklar

Hilal ve Yıldız İçeren Amblemler

Eski devletler ve bölgeler

Diğer kullanımlar

Kaynakça

  1. 2. ^ Irving L. Finkel, Markham J. Geller, Sumerian Gods and Their Representations, Styx, 1997, p71
  2. 3. ^ André Parrot, Sumer: The Dawn of Art, Golden Press, 1961
  3. 4. ^ A.H. van Zyl, The Moabites, Brill, 1960, pp 111-112, pp 157-158
  4. 5. ^ Othmar Keel, Christoph Uehlinger, Gods, Goddesses, and Images of God in Ancient Israel, Fortress Press, 1998, p322
  5. 6. ^ a b John Hansman, "The great gods of Elymais" in Acta Iranica, Encyclopédie Permanente Des Etudes Iraniennes, v.X, Papers in Honor of Professor Mary Boyce, Brill Archive, 1985, pp 229-232
  6. 7. ^ Michael R. Molnar, The Star of Bethlehem, Rutgers University Press, 1999, p78
  7. 8. ^ Andrew G. Traver, From Polis to Empire—The Ancient World c. 800 B.C.–A.D. 500, Greenwood Publishing Group, 2002, p257
  8. 9. ^ Yulia Ustinova, The Supreme Gods of the Bosporan Kingdom, Brill, 1998, pp 270-274
  9. 10. ^ B.C. McGing, The Foreign Policy of Mithradates VI Eupator, King of Pontus, Brill, 1986, p 97
  10. 11. ^ Deniz Burcu Erciyas, "Wealth, Aristocracy, and Royal Propaganda Under The Hellenistic Kingdom of The Mithradatids in The Central Black Sea Region in Turkey", Colloquia Pontica Vol.12, Brill, 2006, p 131
  11. 12. ^ "The star and crescent are common Persian symbols, being a regular feature of the borders of Sassanian dirhems." Philip Grierson, Byzantine Coins, Taylor & Francis, 1982, p118
  12. 13. ^ Habibollah Ayatollahi (trans. Shermin Haghshenās), The Book of Iran: The History of Iranian Art, Alhoda UK, 2003, pp 155-157
  13. 14. ^ "In 340 B.C., however, the Byzantines, with the aid of the Athenians, withstood a siege successfully, an occurrence the more remarkable as they were attacked by the greatest general of the age, Philip of Macedon. In the course of this beleaguerment, it is related, on a certain wet and moonless night the enemy attempted a surprise, but were foiled by reason of a bright light which, appearing suddenly in the heavens, startled all the dogs in the town and thus roused the garrison to a sense of their danger. To commemorate this timely phenomenon, which was attributed to Hecate, they erected a public statue to that goddess [...]" William Gordon Holmes, The Age of Justinian and Theodora, 2003 p 5-6; "If any goddess had a connection with the walls in Constantinople, it was Hecate. Hecate had a cult in Byzantium from the time of its founding. Like Byzas in one legend, she had her origins in Thrace. Since Hecate was the guardian of "liminal places", in Byzantium small temples in her honor were placed close to the gates of the city. Hecate's importance to Byzantium was above all as deity of protection. When Philip of Macedon was about to attack the city, according to he legend she alerted the townspeople with her ever-present torches, and with her pack of dogs, which served as her constant companions. Her mythic qualities thenceforth forever entered the fabric of Byzantine history. A statue known as the 'Lampadephoros' was erected on the hill above the Bosphorous to commemorate Hecate's defensive aid." Vasiliki Limberis, Divine Heiress, Routledge, 1994, p 126-127
  14. 15. ^ Vasiliki Limberis, Divine Heiress, Routledge, 1994, p 15
  15. 16. ^ "In 324 Byzantium had a number of operative cults to traditional gods and goddesses tied to its very foundation eight hundred years before. Rhea, called "the mother of the gods" by Zosimus, had a well-ensconced cult in Byzantium from its very foundation. [...] Devotion to Hecate was especially favored by the Byzantines [...] Constantine would also have found Artemis-Selene and Aphrodite along with the banished Apollo Zeuxippus on the Acropolis in the old Greek section of the city. Other gods mentioned in the sources are Athena, Hera, Zeus, Hermes, and Demeter and Kore. Even evidence of Isis and Serapis appears from the Roman era on coins during the reign of Caracalla and from inscriptions." Vasiliki Limberis, Divine Heiress, Routledge, 1994, sf. 16
  16. 17. ^ B.C. McGing, The Foreign Policy of Mithradates VI Eupator, King of Pontus, Brill, 1986, p 58
  17. 18. ^ Michael R. Molnar, The Star of Bethlehem, Rutgers University Press, 1999, p 48
  18. 19. ^ Orta Asya'dan Osmanlıya Türk Sanatında İkonografik Motifler, Emel Esin, Kabalcı Yayınevi, 2004, sy.59
  19. 20.^ Utku Bolulu (9 Mart 2005). "1500 yıllık ay-yıldızlı TL". radikal.com.tr. 20 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi.
  20. 21. ^ Gaybullah Babayarov, "The Catalogue of the coins of Turkic Qaghanate", TIKA, 2007, p 91
  21. 22. ^ John Denham ParsonsThe Non-Christian Cross, BiblioBazaar, 2007, p 69
  22. 23. ^ Angeliki E. Laiou, Roy P. Mottahedeh, The Crusades From the Perspective of Byzantium and the Muslim World, Dumbarton Oaks, 2001, p 278
  23. 24. ^ Ernst Benz, The Eastern Orthodox Church, Aldine Transaction, 2008, pp 181-182
  24. 25. ^ "It is reported that Theodosius forbade the use of coins (noummia) of Julian for public purposes, but the report is a late one, and the supposed grounds for the action unclear, although possibly iconographical and religious, which would be plausible enough. The report may in any case represent a misattributed but genuine measure of Valens." in Michael F. Hendy, Studies in the Byzantine Monetary Economy C. 300-1450, Cambridge University Press, 2008, p 319; in a note for this passage on the same page (Note 27): "The law of Valens cited above would most of all have affected Julian's large billon coins with a representation of a bull, a pagan symbol, offensive to the Christians." And on page 471, "The main element of Julian's own reform, which took place at the end of his short reign (363), was a large billon coin, the reverse design of which comprised the figure of a bull [...] and seems to have caused the offence that was doubtless intended."
  25. 26. ^ "Despite Julian the Apostate's attempt to return to older practices, the historical process presented here in outline continued to follow a uniform trend: restrictive measures directed against individual groups or particular practices gave way to general prohibitions of the previously-customary religions. In this way, the victory of Christianity over the so-called pagan religions harmonized with the totalitarian tendencies of late antique politics. The imposition of a monotheistic state religion accompanied the suppression of the identity-creating symbols and behavioral structures of subordinate civic centers." Dorothea Baudy, "Prohibitions of religion in antiquity: Setting the course of Europe's religious history" in Clifford Ando, Jörge Rüpke (Eds.), Religion and Law in Classical and Christian Rome, Franz Steiner Verlag, 2006, p 113
  26. 27. ^ "Pentanummia under Justin I and the early years of Justinian have on the reverse the seated figure of the Tyche of Antioch under an arch, one of the rare examples of a definitely pagan type in sixth-century coinage but presumably tolerated because it represented a specific work of art, a statue by the Hellenistic sculptor Eutychides, a pupil of Lysippus." Philip Grierson, Byzantine Coins, Taylor & Francis, 1982, p 66
  27. 28. ^ William Ridgeway, "The Origin of the Turkish Crescent", in The Journal of the Royal Anthropological Institute of Great Britain and Ireland, Vol. 38 (Jul. - Dec. 1908), pp. 241-258 (p 241)
  28. 29. ^ Mehmet Fuat Köprülü, Gary Leiser (Trans.), Some Observations On The Influence Of Byzantine Institutions On Ottoman institutions, Türk Tarih Kurumu, 1999, p 118
  29. 30. ^ Franz Babinger (William C. Hickman Ed., Ralph Manheim Trans.), Mehmed the Conqueror and His Time, Princeton University Press, 1992, p 108
  30. 31. ^ Speros Vryonis, Jr., "The Byzantine Legacy in Folk Life and Tradition in the Balkans", in Lowell Clucas (Ed.), The Byzantine Legacy in Eastern Europe, East European Monographs, Boulder, 1988, pp 107-145
  31. 32. ^ Bayrağın ortasındaki armanın sol üst ucunda ay yıldız vardır.
  32. 33. ^ Bu bayrak aynı zamanda Doğu Türkistan Bağımsızlık Hareketi tarafından da kullanılmaktadır. Ancak Çin tarafından kullanımı yasaklanmıştır.